Emrehan MUTLU
Kategoriler
Uncategorized

Üniversite Sınavı Kaygısı

Üniversite sınavı kaygısı her lise öğrencisi yaşayabilir. Her insanın yaşadığı gibi ergenlerinde yaşamlarında onlara kaygı yaratan birtakım olaylar vardır. Bu kaygıların yoğun olmasının nedeninin ergenlik döneminde yaşanan değişimlerin benliğe yabancı olması, yoğun bir şekilde yaşanması ve bir anda ortaya çıkması olabilir. İlk ergenlik döneminde özellikle fiziksel ve hormonal değişimlerin yarattığı etkiler ile, suçluluk, utangaçlık, kaygı, depresyon ve öfke gibi duyguların yoğun bir şekilde yaşandığı bir gelişim basamağıdır. Tabii ki bu süreç ergenin kendini keşfetme, geliştirme ve karşısına çıkan olayları sorgulayarak kendisine yeni bir kimlik edinmesi gibi bir sonuçla bitebilir. Yetişkinlik hayatı boyunca karşılaştığı zorluklarla baş etme mekanizması da oluşturduğu kimlik ile şekillenecektir.

Bu dönemde en sık karşılaşılan problemlerin başında yer alan üniversite sınavı kaygısı duygusal ve akademik hayatla ilişkisinde doğrusal negatif bir ilişki bulunmaktadır. Ülkemizde birçok eğitim basamağı seçme ve yerleştirme süreci ile olduğundan dolayı, maalesef ki ergenlik dönemine girmiş her bireyde sınav kaygısı görülmektedir. Sınavlara büyük çoğunlukla hayatlarımızın gidişatını belirleyen basamaklar olarak bakılır, sınav başarısına göre kararlar verilir ve kişiler hakkında zihinlerde bir imge yaratır. Tüm bu sebeplerden dolayı ergenler lise ve üniversite gibi basamaklarda tıkanmakta ve bu tıkanıklık olumsuz sonuçlara sebebiyet vermektedir.

ergen danışmanlığı

Peki sınav kaygısı nedir? Bireyin bir sınavda, sınavı başaramayacağına ya da sınavı iyi yapamayacağına ilişkin yaşadığı korku ve endişe duygusudur. Sınav kaygısı ve sınav korkusu ise ayrı kavramlar olarak ele alınmaktadır. Sınavdan korkan bir birey sınava kadar kendisine çalışma programı hazırlayarak çalışır ve bu korku zaman içinde azalır. Kaygı ise temelde, rahatsızlık veren olayın kendisinden değil, olayın birey için taşıdığı anlamdan dolayı oluşmaktadır. Birçok ergen sınav ile birlikte kişiliklerinin, ne olduklarının ve olmadıklarının değerlendirileceği görüşündedir. Birçok araştırma bulgusu göstermektedir ki, kaygı, bireyin beyninde öğrenmesini güçleştiren etkenlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Sınav kaygısı fizyolojik olarak; çarpıntı, uykusuzluk, terleme, mide bulantısı ve baş ağrısı gibi belirtiler gösterirken, davranışsal olarak; gerginlik, sinirlilik, öfke, karamsarlık, mutsuzluk, isteksizlik ve boş verme gibi belirtiler ile ortaya çıkar. Bireyler;

  • Bu sınavda başarılı olamayacağım,
  • Bu sınav sonunda her şey kötüye gidecek
  • Zeki değilim,
  • Herkes benden iyi,
  • Bu sınavda kötü not alırsam bir daha düzelmez,
  • Sınav sırasında bildiğim her şeyi unutacağım,
  • Yetersiz ve eksik biriyim,
  • Ailem ve arkadaşlarım benim hakkımda ne düşünür? Gibi birtakım olumsuz düşüncelere sahiptirler.

Bilişsel Davranışçı Kurama göre yukarıdaki düşüncelere sahip bireyler karşılaştıkları olayları felaketleştirme, ya hep ya hiç düşünme, sonuçlara atlama ve falcılık yapma gibi bilişsel çarpıtmalar ile anlamaktadırlar.

Sınav kaygısı yaşayan bireyler ile sınav kaygısı yaşamayan bireyler arasında önemli bir fark vardır. Kaygı düzeyi normal olan bireyler bu durumu başarılarının test edilebileceği ve yeni olaylara bir fırsat olarak görürken, kaygısı normalin üstünde olan bireyler bu durumu bir tehdit olarak algılarlar.

Sınav kaygısı yaşayan bireyler kendilerini sınava odaklamak yerine yukarıda bahsedilen bilişsel çarpıtmaları düşünerek dikkatlerini bu tarafa yöneltmelerine neden olur.

Kategoriler
Uncategorized

Anaokuluna Alışma Problemi

 

Her çocuk anaokuluna alışma problemi yaşayabilir. Çocukların anaokuluna gitmesinin önemi nedir? İlk başta bu soruyu kavramak önemlidir. Çocuğun öğrenmesinin en yoğun olduğu, temel alışkanlıkların kazanıldığı ve zihinsel yeteneklerin hızlı bir şekilde gelişerek şekil aldığı dönem 0-6 yaş arasıdır. Çocuk doğduğu ilk andan beri ilk etkileşimlerini annesi ile gerçekleştirirken sonra bu etkileşime yakın çevre dahil olur. Yaşamın ilk yıllarında bakım veren ile geliştirilen güvenli bağlanma ileride çocuğun hayatının parçası olacak sosyal beceriler ve akran ilişkilerinin temelini oluşturur.

Anaokulları sosyal becerilerini geliştirmeye yönelik önemli bir basamaktır. Anaokulları, çocukların sosyal ortamlarda bilgi alışverişine girip çıkarak bilgilerini sınaması, sosyal, bilişsel, duygusal ve fiziksel gelişimi desteklemesi, sosyal destek sağlaması, duygusal destek işlevi görmelerinden dolayı oldukça önemli bir yere sahiptir. Çocuk anaokulunda daha önce deneyimlemediği şeyleri deneyimleyerek yeni kavramlar kazanır ve bu süreç gelişim için önemli bir yer tutar.

Ebeveynler çocuklarını kreşe veya anaokullarına gönderdiklerinde amaçlarının çocuğa orada “güvenli bir limana teslim etmek” ve “yuva yapmak” olduğunu bilinmektedir. Ebeveynler anaokulu basamağının en zorlu süreci olan “alıştırma süreci” ile karşı karşıya geldiklerinde kafalarında beliren ilk soru “Bu süreç en sağlıklı şekilde nasıl atlatılır?” olur. Çocuğun anaokulu/kreş alışmasını en iyi şekilde nasıl sağlayabiliriz? Bu soru işaretlerinin temel sebebi sürecin eğitimci, aile ve çocuk için zorlu ve sancılı geçme ihtimalidir. Aileden kreşe geçiş, anaokulu veya ilkokula geçişten daha zorlu bir süreç olmasından dolayı bu süreç aile ve eğitmenler ile birlikte beraber yürütülmektedir. Bu süreçte edinilen deneyimler yaşamın diğer safhalarındaki zorlukların başa çıkılabilir olmasını da sağlamaktadır.

Peki okul öncesi dönem bu kadar önemli iken neden çocuklar anaokuluna alışma problemi yaşarlar?

Çocuğun gelişiminde bağlanmış olduğu bakım vereninden ayrılması ona büyük bir kaygı, korku, çaresizlik ve öfke gibi duygular verir. Özellikle 0-3 yaş grubunda daha şiddetli görülen bu duygusal tepkiler yani ayrılma anksiyetesi çocuğun anaokulu/kreşe alışmasına engel olur. Bu süreçte duygularını düzenleyebilmeyi öğrenebilmeleri için çocuklar kendilerine yardımcı ve destek olacak duygusal bağ geliştirecek birilerine ihtiyaç duyarlar.

Ayrılık kaygısı üç yaşına kadar gelişimin doğal bir süreci olarak kabul edilir. Uyumaya tek başlarına gidemeyen çocuklar ebeveynlerini yanlarında istemektedirler işte bu bir ayrılık kaygısıdır. Erken çocukluk döneminde majör ayrılık kaygısına maruz kalmış vakalarda yaşamın ilerleyen zamanlarında; belirgin, korku, endişe, panik atak, uyku bozuklukları gibi patolojilerin ortaya çıkması olasılıklar dahilindedir.

Yapılan çocuk gözlemleri, iki-üç yaşlarındaki çocukların kreşteki ilk zamanlarının iç karartıcı, hüzünlü ve acıklı geçtiğini söylemiştir. Bakım veren kreş/anaokulundan ayrılır ayrılmaz çocuk hıçkırıklar ile ağlamaya başlar ve panik içinde “sığınacak bir liman” arar. Fakat bazı çocuklar bakım veren anaokulu/kreşten ayrıldığı zaman hiçbir tepki vermez. Çoğu zaman bu ebeveynler tarafından “güçlü bir kişilik” olarak yorumlanır fakat bu durum doğru değildir.

Çocuğun ayrılığa karşı gösterdiği kayıtsız tutum ayrılık kaygısının olmadığını söyleyemez.  Anksiyete örtük bir yol izlemekte ve hemen kolayca görünmeyebilmektedir. Böyle durumlarda  çocuk bir savunma göstererek, ayrılma kaygısının vermiş olduğu endişe ve korkudan dolayı kendini yıkıcı etkilerden izole etme ihtiyacı hissetmiş olabilir.

Bu tür durumlarla baş etmek adına okul öncesi kurumları uyum modelleri geliştirmiş ve oryantasyon denilen bir kavramı ortaya atarak, çocukların anaokullarına veya kreşlere uygun doğru bir şekilde alışılması sağlanmıştır. Bu süreç, çocukların okul öncesi kurumlarda görevli öğretmenler ile duygusal ve güvenli bir bağ kurmalarını ve ayrılık kaygısıyla baş etmelerini sağlamaktadır. İlgili modellerde bakım verenin alışma sürecine eşlik etmesi çok önemlidir. Çocuğun yeni çevreye, öğretmenlerine aşina edilmek istenmesi ve travmatik bir durum olmadan uyum sağlanması temel hedeftir.

WhatsApp'ı Aç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhabalar, Size Nasıl Yardımcı Olabiliriz?