Emrehan MUTLU
Kategoriler
Uncategorized

Elementor #1039

Kadın ve Çocuklara Yönelik İstismar

Öncelikle ihmal ve istismar kavramlarını tanımlamak isterim. Bu kavramlar birbirlerinden sıklıkla karıştırılmaktadırlar. İhmal yapılması gerekeni yapmamaktır. İstismar ise yapılmaması gerekeni yapmaktır. Örnek vermek gerekirse anne ya da baba; eve geç gelerek, eşine çocuğuna vakit ayırmayarak, onlara sevgisini göstermeyerek ailesini ihmal etmiş olur. Eğer bir kimse aile içinde kötü sözler sarf ediyorsa, karşı tarafın onurunu kırıyorsa, hatta fiziksel olarak can yakıyorsa bu istismardır. Bu kavramları ayırt etmek farkındalık oluşumu için çok değerlidir. Şiddet bir istismardır. Şiddet kendi içinde de psikolojik şiddet ve fiziksel şiddet olarak ayırabiliriz. Psikolojik şiddet özünde duygusal istismardır. Fiziksel şiddetten farklı olarak psikolojik şiddet kurbanı olduğumuzu fark etmemiz zaman alabilir. En acısı da budur aslında. Yıllar sonra dahi fark edip “Evet bir zamanlar ben buradaki ilişkimde partnerim tarafından bir duygusal istismara maruz kalıyordum.” Diyebiliriz. Bir ilişki biçimi olan iş ilişkilerinde adını duyduğumuz “mobbing” de bir psikolojik şiddet türüdür aslında. İlişkilerin psikolojik şiddet içerdiğini şu şekilde anlayabiliriz:
  • İlişkide korku ve kaygı duygularının hakim olması. Bu duyguların ilişkide kalmanın verdiği güzel duygulardan baskın gelmesi.
  • İlişkiyi bitirmek ya da iş yerlerinde uyarlarsak işten çıkarılmak hususunda tehditler işitmek.
  • Kendimiz gibi davranamamak, kendimiz olduğunda kabul görülmeyeceğimizi düşünmek.
  • Karşı taraftan bir davranışta bulunmaya zorlanmamız, istemediğimiz gibi davranmamız için baskı yapılması.
  • Kısıtlandığımızı hissetmek.
  • Sınırlarımıza saygı duyulmaması.
  • “Hayır” dediğimiz noktalarda karşı tarafın fikrimizi değiştirmesi için ısrarcı davranması.
  • İlişkimizde karşı tarafın verdiği kararların daha baskın olduğunu ve sizin karar verme konusunda pek az bir etkiniz olduğu düşünesine kapılmanız.
  • Hakarete, aşağılanmaya, küfre maruz kalmak.
Fiziksel şiddetin fark edilmesi ve mesafe konulması haliyle psikolojik şiddetten daha kolaydır. Çünkü failin öfkesi somut bir şekilde görülmektedir. Her ne kadar somut bir kavram da olsa fiziksel şiddet karşı tarafa aşağılanma, küçük görülme, benliğine saygısızlık yapılması gibi izler bırakabilir. Bu şiddet türü en çok ebeveyn çocuk ilişkisinde, karı koca ilişkisinde ya da çocuklarda akran ilişkisinde gözlemleyebiliyoruz. Primatlarla yapılan bir deney bize öfkenin ve fiziksel şiddetin hayat boyu geçişini anlatmaktadır. Harlow 1965 yılında iyi bakım almamış primatları incelemiştir. Bunların kendi yavrularına da sağlıklı bakım veremediklerini gözlemlemiştir. Maalesef ki toplumumuzda da “Kızını dövmeyen dizini döver.”, “Dayak cennetten çıkmadır.”, “Su testisi kırılmadan tokat atacaksın.” Gibi söylemler fiziksel şiddeti pekiştirmektedir. Çünkü fiziksel şiddet varlığını nesilden nesle aktarabilir. Bir çocuğun fiziksel şiddet mağduru olması için bizzat kendisine de uygulanması gerekmez. Anne babanın birbirlerine ya da ebeveyninin kardeşine vurduğuna şahit olması da çocuk için zorlayıcı deneyimdir. Böyle çocuklar hayatlarında karşılaştıkları ilişkisel zorlukları da bu yolla aşma eğilimi içine girebilirler. Çok çabuk öfkelenebilirler. Karşı tarafa zarar vermek isteyebilirler. Şiddettin her türlüsü, mağdurlarında duygusal yaralar açabilir. Duygusal yaranın boyutu mağdura kim tarafından yapıldığına göre değişiklik gösterebilir. Ailemiz, akrabamız ya da güven duyduğumuz ya da toplumun güven duymamız gerektiğini söylediği kimse tarafından yapılması şiddeti travmatikleştirebilir. İstismar mağdurları ile yapılan görüşmelerde şu cümlelerin sık kurulduğunu gözlenmiştir “O benim abimdi nasıl yapar bunu?” “O benim teyzemdi, ondan beklemezdim.” Bu cümleler hayal kırıklıklarını, insanlara kaybolan güvenin temellerini atmaktadır. Şiddete maruz kalmak bireyin kendini algılayış biçimine olumsuz etkisi olabilir. Kendini hiçbir işe yaramayan, beceriksiz, yetersiz, zayıf biri gibi görebilir. Kendini bu algılayış biçimi gelecek ya da şu anda bulunduğu ilişkilerinin temelini oluşturabilir. Hayatlarına narsist, kontrolcü, şiddete meyilli kişileri alabilirler. Bu tarz kişilerle arkadaşlık kurma eğilimi gösterebilirler. Girdikleri işte “zulmedicileri” mıknatıs gibi üstüne çekebilirler. Bu döngüyü görebilmek aslında “Ben neden hep aynı problemleri yaşıyorum?” sorusunun da cevabını vermektedir. Çünkü çocukluğunda şiddet görmüş ya da uzun süre şiddete maruz kalmış kişilere tanıdık tek ilişki biçimi, kurbanın ve failin rol oynadığı zehirleyici ilişki modelidir. Çoğunlukla bu model çerçevesinde hayattaki ilişkilerini devam ettirirler. Bu sebeple hayatlarında depresif bir duygu durumu içine girebilirler. Bununla beraber şiddet travmatik bir etki bıraktığında kendisini hayatın birçok alanında gösterebilir. Odaklanma problemi yaşamak, depresif belirtiler, kaygılar, özgüven ve özsaygı düşüklüğü bu problemler arasında yer alır. Sıralanması ve okunması kolay dahi olsa bu problemleri yaşaması hiç de kolay değildir. Akademik ve iş hayatı, romantik birliktelikleri, aile ve arkadaşlık ilişkilerini olumsuz etkiler. Çünkü şiddete maruz kalmak kimliğimizi zedeler. Şiddetin hayat boyu yayılmadığı tek seferde olduğu haller dahi bireyde travma sonrası stres bozukluğu geliştirmesine sebep olabilir. Kişi yaşadığı olayı defalarca kabuslarında görebilir. Olayı hatırlatan uyaranlardan kaçınmak isteyebilir. Olayı yaşadığı yere bir daha gitmek istemeyebilir, anlatmak konuşmak istemeyebilir. Çünkü hatırlatıcı uyaranlar ona yeniden yaşantılıyormuşcasına acı verir. Ani irkilmeler, andan kopmalar, uzaklara dalmalar da sosyal hayatı bozucu görülen durumlar arasındadır.
Şiddet ve İstismardan nasıl konuruz?
Bahsettiğim üzere şiddettin psikolojik boyutu sinsi bir şekilde varlığını göstermektedir. Mağdurun farkındalığı olmadan çoğunlukla çözülmemektedir. Psikolojik şiddeti bilmek, öğrenmek değişimin ilk adımıdır. Çünkü kaderimiz bize yaşatılanlardan ibaret değildir. Bizler de hayatımızı değiştirmek için adım attığımızda, değişime yer açtığımızda güzellikler kendiliğinden gelecektir. Fark etmediğimiz bir şeyi değiştirmemiz mümkün değildir. Şiddet ve istismar konusunda eğitimler vermek bilgilendirme çalışmaları yapmak birçok kişinin ruh sağlığını korumasına fayda sağlayacaktır. Şiddet ve istismarın ruh sağlığındaki zehirleyiciliğini bilmek kişinin savunmasını güçlendirecektir. Bu da toplumumuzda muzdarip olduğumuz kadın ve çocuk cinayetlerini en aza indireceğini düşünüyorum. Eğer birey kendine yapılanın ne olduğunu anlamlandırırsa değiştirmesi için çaba da sarf edecektir. Kabullenmek, boyun eğmek şiddet ve istismarın niceliğini de şiddetini de arttıracaktır.
Ruh sağlığı çalışanları olarak neler yapabiliriz?
Bu konu psikolojik danışmanlar tarafından okullarda öğrencilere anlatılmalıdır. Farkındalık küçük yaştan başlamalıdır. Çok da uzun derslere gerek yok aslında her dönem bir saat bunun üzerinde durulması bile gelecek nesli değiştirecektir. Çocukların birbirlerine uyguladıkları zorbalığın önüne geçecektir. Okullarda bunlarla ilgili çalışmalar yapıldığını biliyorum. Öğrencilere çok verimli olduğuna şahit oldum. Sadece gelecek olan nesil için değil hali hazırda bulunan yetişkinlere de konunun anlatılması çok kıymetlidir. Okullarda ebeveyn seminerlerinde anne babalara ulaşılmalıdır. Örgütsel boyutu da kesinlikle atlanmamalıdır. Her örgüt yılda en az iki defa bu konunun anlatılması ile ilgili bir psikologdan destek almalıdırlar. Şiddet mağdurlarının terapi desteğine yönlendirilmesi de önemli başlangıçlar arasında yer almaktadır. Günümüzde sosyal medya çok etkin bir yere sahiptir. İnsanların fikirlerini değiştirebilme gücünü elinde tutmaktadır. Sosyal medyada şiddet ve istismarı önleyici çalışmalar yapılması önemli kamuoyu oluşturacağını düşünmekteyim. Sosyal medyanın bu konudaki işlevini küçümsememek gerekmektedir.
Kategoriler
Uncategorized

Kadıköy Oyun Terapisi

Kadıköy oyun terapisi ihtiyacı bu denli artması ilçenin ortalama aile sayısının fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Kadıköy hem orta okul hem anaokulu çeşitliliği açısından da çok fazla olanağa sahiptir. Bu denli okulun aynı bölgede olması çeşitli ihtiyaçları da beraberinde getirmektedir. Bu ihtiyaçlardan bazıları çocukların fiziksel ve ruhsal sağlık ihtiyacıdır. Çocukların ruhsal ihtiyaçların başında duygusal ve sosyal problemleri gelmektedir. Bu problemler ebeveynleri kadıköy oyun terapisi arayışı içine girmelerine sebep olmaktadır.
Oyun Terapisi Hangi Problemler Üzerinde Etkilidir
En çok başvuru yapılan problemler:
  • Kaygılar, korkular
  • Okula gitmek istememe
  • Tuvalet problemleri
  • Arkadaş problemleri
  • Akademik başarısızlık olarak sıralanabilir.
Biz yetişkinler başımıza gelen problemleri konuşarak anlatabiliriz. Fakat çocuklar konuşarak kendilerini yeteri kadar ifade edemezler. Daha doğrusu duygusal ihtiyaçlarını yeteri kadar ifade edemezler. Çocuklar bunun yerine oyuncakların dünyasıyla çocuk terapisti ile iletişime geçerler. Çocuk psikologları ise çocukların oyunlarının alt metnini okumaya çalışırlar. Bu alt metindeki ihtiyacı aileye dile getirirler. Aile bu ihtiyacı karşıladığında çocuk artık bu mesajı vermemeye başlar. Çünkü artık görülmüş ve duyulmuştur. Uzm. Klinik Psikolog Emrehan Mutlu olarak ben çocuklarla hem konuşarak yapılan terapilerin eksik kaldığını düşünmekteyim. Çünkü dil kimdeyse güç ondandır. Oyun terapisi çocuğu daha şefkatli bir yerden görüp daha şefkatli müdahaleler yapar. Tabi ki oyun terapisi içinde de belli başlı sınırlar vardır. Örneğin çocuk terapisti kum atamaz, terapistin ya da kendini canını yakacak eylemlerde bulunamaz. Kadıköy oyun terapisi arayışı içine girip çocuk psikoloğu talebinde bulunan ebeveynlere şahsen ben ilk görüşmede bunlardan bahsediyor oluyorum. İlk görüşme oyun terapisi sürecinde çok değerli bir görüşmedir. Çünkü burada çocuktan alınamayan bilgiler ebeveynden alınmaktadır.
Oyun Terapisi Başvurusunda En Çok Sorulan Sorular:
İlk seansta neden çocuk gelmemektedir?
Çünkü ilk seansta ebeveyn çocuğu ile beraber gelirse çocuk psikoloğu çocuğa ve ebeveyne yeteri kadar odaklanamaz. Çocuktan alamayacağını bazı bilgiler yarım kalır. En sağlıklısı ebeveynlerin çocuksuz ilk seansa gelmesidir. Böylece psikolog farklı dinamiklere de bakıyor olacaktır. Bunlardan biri anne baba arasındaki ilişkidir.
Çocuğuma oyun terapisine gelirken ne demem gerekiyor?
Ben genelde benim ismimi vermelerini. Abi, doktor, psikolog, iyileşmeye gidiyorsun gibi söylemleri söylememelerini aileye tavsiye ediyorum. Böylece ben çocuğun seviyesinde oluyorum, bana daha kolay kendilerini açıyorlar. Kadıköy Bağdat Caddesi Suadiye’de bulunan merkezimden oyun terapisi randevu almak için 05466700806 numaralı telefonu arayabilirsiniz.    
Kategoriler
Uncategorized

Kadıköy pedagog tavsiyesi

Kadıköy pedagog tavsiyesi arayışı içine genelde çocuk sahibi olan aileler girmektedir. Kadıköy gerek denize olan uzaklığı, gerek sosyal etkinliklerin fazla olması sebebi ile aileler tarafından tercih edilen bir bölgedir. Sadece sosyallik değil, akademik anlamda okullarında iyi bir eğitim verilmektedir. Çocuklara yapılan yatırımların bu denli değerli olduğu bir dönemde kadıköy pedagog tavsiyesi istemelerine sebep olmaktadır.

Kadıköy pedagog  arayan aileleri bu süreçte neler beklemektedir sorusu akıllara gelmektedir. Öncelikle pedagogların yerini artık çocuk ve ergen psikologlarının aldığını bilmemiz gerekir. Çocuk ve ergen psikologlar 2,5 yaş ile 18 yaş arası bireylerle psikolojik danışmanlık sağlamaktadır. Çocuk psikologlarının en çok kullandığı yöntem oyun terapisidir.

Kategoriler
Uncategorized

istanbul pedagog tavsiyesi

Uzman Klinik Psikolog Emrehan Mutlu

image_50427649

Uzm. Klinik Psikolog Emrehan Mutlu Mersin’de doğdu, lise öğreniminin sonuna kadar Mersin’de yaşadı. İstanbul Aydın Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji bölümünü burslu kazanmasıyla İstanbul’a yerleşti. Lisans eğitimi sonrasında Marmara Üniversitesi’nde Aile Danışmanlığı eğitimini tamamlamış, Aile Danışmanı olmaya hak kazanmıştır. Lisans öğrenimini tamamladığı üniversitede Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programını bitirmiştir. Çocuklarda Ayrılma Kaygısı, Genel Kaygı ve Ebeveyn Öz-yeterliliği konulu tez araştırmasını tamamlayarak Uzman Klinik Psikolog olmaya hak kazanmıştır.

       Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden travma üzerinde etkili bir yaklaşım olan EMDR ekolü üzerine eğitim almış, EMDR uygulayıcısı olmuştur. EMDR üzerine ”Depersonalizasyon ve Derealizasyon yaşayan genç yetişkin olguda EMDR Terapisi’nin etkinliğinin incelenmesi” adlı olgu sunumu makalesi hakemli dergide yayınlamıştır. 

      Asena Yurtsever’in Online vermiş olduğu EMDR R-Tep protokolü eğitimine katılmıştır. EMDR dünyaca tanınmış terapistlerinden Roger Solomon’un Yas Süreci ve EMDR konulu workshoplarına katılım göstermiştir. Corona Pandemisi sebebiyle EMDR Travma İyileştirme Grubu ile beraber sağlık çalışanlarına olağan durumun travma sonrası stres bozukluğuna sebep olmaması için  gönüllü online danışmanlıklar vermiştir. Ayrıca Davranış Bilimleri Enstitüsü dernek üyesidir.

Sadece Türk Psikologlar Derneği tarafından verilen WISC-4  Uygulayıcı test eğitimini tamamlamış ve şu an Türk Psikologlar Derneği üyesidir.

Akredite Deneyimsel Oyun Terapisti Nilüfer Devecigil’den Deneyimsel Oyun Terapisi eğitimi almıştır. Uluslararası geçerli Çocuk Psikoterapisi ve Oyun Terapisi üzerine profesörlük unvanına sahip Byron Norton’dan Deneyimsel Oyun Terapisi 2. Düzey eğitimini tamamlamıştır. Clemence Jeay ve Nilüfer Devecigil tarafından verilen ”Oyun Terapisinde Ebeveyn” konulu eğitime katılmıştır.  Sadece, Gelişimsel Çocuk Nörolojisi Derneği tarafından verilen 0-6 yaş gelişim tarama testi olan Denver-2 uygulayıcı sertifikasına sahiptir.

    Prof.Dr. Hakan Türkçapar’ın Çocuk ve Ergenlerde Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimin’de yer alan Bilişsel Davranışçı Terapinin Temel İlkeleri konulu eğitimine katılmıştır.

    Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği’nin düzenlendiği Doç.Dr. Vahdet Görmez tarafından verilen, 80 saatlik Çocuk ve Ergenlerde Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi’ne katılmıştır.

İstanbul pedagog tavsiyesi arayan aileler danışmanlık ihtiyacı içine giren aileler arasında yer almaktadır. Okulun açılmasıyla beraber ailelerin de belli ihtiyaçları artmaktadır. Bu ihtiyaçlar arasında çocukları için danışmanlık hizmeti de yer almaktadır.  Peki günlük hayatında duygusal, davranışsal problem yaşayan çocuklar pedagogdan mı destek almalılar? İstanbul çocuk danışmanlığı arayan şehirlerde ilk sırada gelmektedir. Nüfus yoğunluğu, yaşam şartları, aile stresleri çocukları da bir şekilde etkilemektedir. Pedagoji bölümü 1980-1990 yıllarında kapanmış bir bölümdür. Çalıştıkları alanlar daha çok eğitim ve çocuk gelişimi üzerine olan bölüm psikolojinin alt bir bilimi gibi varlığını sürdürüyordu. Çocuk ve Ergen Psikiyatristleri ve Çocuk ve Ergen Psikologları aslında ailelerin aradığı doğru kaynak olduğu söylenebilir. Çocuk Psikoloğu ya da Çocuk Psikiyatristi yerine İstanbul pedagog tavsiyesi aramak biraz kulaktan dolma bilgiler ile hareket etmek de denilebilir. Psikologlar genelde Çocuk Psikoloğu olarak ünvan yazmazlar. Bu yüzden psikologların aldığı eğitimlere göre hangi alanda çalıştıklarını anlayabiliriz. Çocuk ve Ergenlerde Bilişsel Davranışı Terapi, Gelişimsel Oyun Terapisi, Deneyimsel Oyun Terapisi, Çocuk Merkezli Oyun Terapisi, Çocuklarda Şema Terapi gibi ekollerden eğitim almış bir bir psikolog çocuklarla çalışıyor demektir. Bunu doğrudan psikoloğa ya da psikoloğun asistanına da sorabiliriz. Çocuklarla çalışırken en sık kullanılan yöntem oyunun ve oyuncakların gücünden faydalanmaktır. Buna Oyun Terapisi denmektedir. İstanbul’da Oyun Terapisi hizmeti veren bir çok psikolog vardır. Oyun Terapisi kaygı, depresyon, travma, bağlanma gibi problemler üzerine çalışır. Çocuk psikologları yeri geldiğinde bir duyu bütünleme yapan uzmandan destek alır. Seanslarını beraber götürürler. Özel eğitim öğretmenleri, sınıf öğretmenleri yine psikologların destekli gittiği alanlar arasında yer almaktadır.
Kategoriler
Uncategorized

Ergenlerde ders notları düşüklüğü

Ergenlerde ders notları düşüklüğü sık görülmektedir. Ergenlik dönemi değişimlerle geçen bir süredir. Fiziksel ve psikolojik değişikliklerin yanında ilgi alanları, zevkleri, beklentileri bile değişikliğe uğrar. Her değişim bir etki yaratır. Bu etkiler bazen olumlu bazen de olumsuz olarak bireye yansır. Ergen birey bu dönemde yetişkinliğe geçişin ilk basamağındadır. Kendi iç dünyalarına döner, duygu ve düşünceleri üzerine çok fazla düşünmeye başlar. Kendini tanıma çabasına ve kimlik arayışına girer. Tüm bunlar yaşanınca bireyin okul yaşantısında da değişiklik gözlemlenir. Çünkü ilgi ve motivasyonunu sosyal alanlara, arkadaş ortamına yönlendirmeyi seçer. Bunun sonucunda da derslere olan ilgi zayıflar ve giderek derslerden uzaklaşır.

Ergenlerde ders notlarının düşüklüğü okula gitmek istememeyi etkileyen faktörler arasında dikkat eksikliği yer alabilir. Dikkat eksikliği; kişinin yaşına, sosyal ve kültürel özelliklerine oranla konsantre olmada güçlük çekmesi, unutkan olması, dağınık olması, işlerini organize etmede güçlük çekmesi, bir işe konsantre olduktan sonra basit bir uyaranla çok kolay dikkatinin dağılması, dikkat ve sabır isteyen işlerden kaçınması, sık sık dikkat hataları yapmasını içerir. Ergenlik döneminde bütün gençlerin dikkati belli bir oranda düşer. Gençler çoğunlukla kendilerini derse veremediklerinden şikayet eder. Bu durumları gözlemleyen ebeveynler çocukları için endişelenir. Bu endişenin boyutu da okul başarısını etkileyen önemli faktörlerden. Fazla endişeli ebeveynin baskı kurması, başarısızlık durumunda çocuğu suçlaması, bu durumdan kaynaklanan aile içi gerginlik başarısızlığı daha çok tetikler. Diğer yandan bakacak olursak çocuğun okul başarısının düşmesinden hiç endişe duymayan ebeveynler çocuğa değersizlik hissi verebilir ve motivasyon eksikliği görülme olasılığı yüksektir.

Ergenlerde ders notları düşüklüğü olan bir diğer etken de performans kaygısı olabilir. Mükemmeliyetçi anne-baba tutumu, öğretmenin sınıf içerisinde kıyaslama yapması gibi durumlarda oluşan tabloda okul kaygısı, sınav kaygısı, ders kaygısı oluşabilir. Kaygı sonucunda sınavlarda bildiklerini yanlış yapan ergenler, notlarının düşmeye başlamasıyla birlikte yaşadığı performans kaygısıyla, derse olan motivasyonunu kaybetme noktasına gelebilir.

Kaygı/korku bozuklukları da okuldaki başarıyı etkiler. Sosyal fobisi olan çocuklar topluluk karşısında, sınıf içerisinde “Öğretmen bir soru sorarsa ben soruya cevap veremem hata yaparım.” kaygısı yaşayan ve bu yüzden çekingen davranan çocuklarda okul ortamından kaçınma davranışı söz konusu olabilir.

Günümüzde okullarda sık karşılaşılan problemlerden biri de bir çeşit saldırganlık türü olan akran zorbalığıdır. Zorbalık olarak nitelendirilen davranışların tekrarlayıcı olması, taraflar arasında güç dengesinin bulunmaması ve kasıtlı olarak yapılması gerekir. Kurban çocukların kişilik özellikleri içedönük, sessiz, arkadaş edinmekte güçlük çeken, kaygılı, güvensiz, kendini savunmakta güçsüz ve diğerlerinden farklı olandır. Zorbalığa maruz kalan çocuk çekindiği için sıklıkla bu durumu bir yetişkinle paylaşmaz. Çevresinden destek göremeyeceği düşüncesiyle yaşadıklarını anlatmayı tercih etmez. Bu durum çocuğun psikolojisini, aile ve okul ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir. Akran zorbalığına maruz kalan çocuklarda bazı belirtiler gözlemlenir. Örneğin; eşyalarında sıklıkla kitap, defter ve silgi gibi eksiklikler olur. Kıyafetinde ya da çantasında yıpranma, yırtılma görülebilir. Okula gitmek istemez. Okul başarısı düşüktür ve derslere yeteri kadar motivasyon sağlayamaz.

Ebeveynlerin bu dönemde ergen bireye karşı sabırlı olması, sorunlar hakkında bilgi sahibi olması, bu sorunları doğru bir iletişim ile konuşmak ve hoşgörülü yaklaşmak etkili olacak çözümlerdir. Gerekirse çocuk ve ergen psikoloğundan destek alınmalıdır.

Kategoriler
Uncategorized

Sınavlarda başarısızlığın sebebi

Sınavlarda başarısızlığın sebebi ebeveynler tarafından sıklıkla merak edilir. Aslında hayatımızın her döneminde öğrenme süreci içindeyiz. Potansiyelimizi belirleyen en büyük unsur nasıl ve ne kadar öğrendiğimiz iken öğrendiğimiz bilgileri kullanmamız performansımızı belirler. Öğrenme ise akıl, duygu ve davranışın birlikte hareket etmesi ile gerçekleşir.

Çocukların sınavlarda başarısızlığın sebebi olan kişinin kendisine “öğrendiklerimi uygulamayacağım”, “karşılaşacağım soruları çözemeyeceğim” gibi kuruntular ve batıl inançlar yaklaşmasıdır. Bu sınavlardaki başarısızlığın bilişsel taraflarından biridir ve bunun gibi olumsuz düşünceler kişinin dikkatinin dağılmasına sebebiyet vermektedir. Bu tarz bilişsel yapılara sahip çocuklar birçok alanda da kaygı sorunları ile karşılaşabilirler. Mücadele edemedikleri yoğun kaygı hissi sınavdan önceki gün; uykusuzluk, terleme, mide bulantısı, kâbus görme, çarpıntı gibi fizyolojik belirtiler gösterebilir. Davranışsal olarak ise; gerginlik, karamsarlık, sinirlilik, mutsuzluk, boş verme gibi belirtiler ile kendini belli eder. Tüm bu bilişsel yapının altında mükemmeliyetçilik yatıyor olabilir. Kendi değerini sınavın değeriyle zihninde birleştirmiş, “sınavdan iyi not almazsam ben hiçim” veya “sınavı yapamazsam aptalın tekiyim” gibi birçok farklı düşüncesi olabilir. Bunun gibi mantık dışı düşünceler sınavdan önce ve özellikle sınav anında kişinin zihnini meşgul ederek dikkatini toparlamasına engel olur. Kaygı bir noktada, kişiyi harekete geçiren bir unsur olduğu için başarı için gerekli bir unsur olarak görülür fakat burada kaygının miktarı ve yönetebilme gücü çok önemlidir.

Başka problemlerden birkaçı; çocuğun nasıl çalışacağını bilmemesi, kişilik özellikleri, plansız çalışması, hedefinin olmaması, arkadaş çevresi, okuldaki öğretmenlerin yapısı, ceza ve notlandırma sistemi, davranışsal bağımlılıklar ebeveyn tutumları, maddi ve manevi yetersizliklerdir.

Peki başka sebepler var mı? Sınav zamanlarında çocuklar ciddi stres, sıkıntı ve psikolojik baskıya maruz kalmaktadır. Bunun sebeplerinden bir diğeri ise çocuklara iyi bir eğitim alma amacıyla verilen yoğun ders programlarıdır. Ders programlarının içine hapsolmuş gibi hisseden çocukların stres seviyesi artmakta ve üzerlerinde bir baskıya sebebiyet vermektedir.

Başarılarının bir sıralamaya bağlı olması çocukların rekabet duygusunu körüklemekte ve hırs içinde günden güne tükenerek yarışmaya devam etmektedirler. Burada ebeveyn tutumları çok önemlidir. Çocuklarını sınav sonucu ne olursa olsun seveceklerini ve kötü geçen sınavların yolun sonu olmadığını çocukların yanlarında olarak belli etmeleri gerekmektedir. Araştırmalar, başarılarını öven ve başarısız olduğu durumlarda bunu kabul edip daha iyi olmak istiyor ise bunu nasıl yapacağı hakkında çocuklarıyla sohbet eden ailelerin çocuklarının sınavlara daha kaygısız girdiklerini gösteriyor.

Bir başka sebep ise Travma sonrası stres bozukluğudur. Kişinin geçmişte deneyimlediği onu çaresiz bırakan bir olay sonrasında kişinin hatırlatıcı olaylardan kaçınma, travmatik olayı sürekli olarak yeniden başlatma ve tepki göstermede artış veya azalış gibi işlevselliği bozan semptomlarla kendini göstermektedir.

Erken çocukluk Dönemi ve Ailenin Tutumları

 

Aklımıza gelecek birçok sebep olabilir ama arka plana atılmış ve sınav başarısına etkisinin büyük olduğu düşünülen bir başka sebep ise; Ergenlik.

Ergenlik kişinin vücudunda hormonların hızla değiştiği ve dolayısıyla gelişimsel özelliklerin arttığı bir dönemdir. Bununla birlikte kişi yoğun bir bilişsel ve psikolojik gelişime de maruz kalmaktadır. İçsel gerilimin yüksek olduğu bu dönem de çocukların isteklerinin başka tarafa yönelmesi ve yaşadıkları değişimler birleşince sınav başarısındaki düşüş oldukça mümkün gözükmektedir.

Bunların yanı sıra sınavda başarısız olmanın sebebi gelişimsel bozukluklardan kaynaklanıyor da olabilir. Öğrenme güçlüğü, zihinsel yetersizlikler ve dil ve konuşma bozuklukları bu bozuklardan birkaçıdır.

Kategoriler
Uncategorized

Üniversite Sınavı Kaygısı

Üniversite sınavı kaygısı her lise öğrencisi yaşayabilir. Her insanın yaşadığı gibi ergenlerinde yaşamlarında onlara kaygı yaratan birtakım olaylar vardır. Bu kaygıların yoğun olmasının nedeninin ergenlik döneminde yaşanan değişimlerin benliğe yabancı olması, yoğun bir şekilde yaşanması ve bir anda ortaya çıkması olabilir. İlk ergenlik döneminde özellikle fiziksel ve hormonal değişimlerin yarattığı etkiler ile, suçluluk, utangaçlık, kaygı, depresyon ve öfke gibi duyguların yoğun bir şekilde yaşandığı bir gelişim basamağıdır. Tabii ki bu süreç ergenin kendini keşfetme, geliştirme ve karşısına çıkan olayları sorgulayarak kendisine yeni bir kimlik edinmesi gibi bir sonuçla bitebilir. Yetişkinlik hayatı boyunca karşılaştığı zorluklarla baş etme mekanizması da oluşturduğu kimlik ile şekillenecektir.

Bu dönemde en sık karşılaşılan problemlerin başında yer alan üniversite sınavı kaygısı duygusal ve akademik hayatla ilişkisinde doğrusal negatif bir ilişki bulunmaktadır. Ülkemizde birçok eğitim basamağı seçme ve yerleştirme süreci ile olduğundan dolayı, maalesef ki ergenlik dönemine girmiş her bireyde sınav kaygısı görülmektedir. Sınavlara büyük çoğunlukla hayatlarımızın gidişatını belirleyen basamaklar olarak bakılır, sınav başarısına göre kararlar verilir ve kişiler hakkında zihinlerde bir imge yaratır. Tüm bu sebeplerden dolayı ergenler lise ve üniversite gibi basamaklarda tıkanmakta ve bu tıkanıklık olumsuz sonuçlara sebebiyet vermektedir.

ergen danışmanlığı

Peki sınav kaygısı nedir? Bireyin bir sınavda, sınavı başaramayacağına ya da sınavı iyi yapamayacağına ilişkin yaşadığı korku ve endişe duygusudur. Sınav kaygısı ve sınav korkusu ise ayrı kavramlar olarak ele alınmaktadır. Sınavdan korkan bir birey sınava kadar kendisine çalışma programı hazırlayarak çalışır ve bu korku zaman içinde azalır. Kaygı ise temelde, rahatsızlık veren olayın kendisinden değil, olayın birey için taşıdığı anlamdan dolayı oluşmaktadır. Birçok ergen sınav ile birlikte kişiliklerinin, ne olduklarının ve olmadıklarının değerlendirileceği görüşündedir. Birçok araştırma bulgusu göstermektedir ki, kaygı, bireyin beyninde öğrenmesini güçleştiren etkenlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Sınav kaygısı fizyolojik olarak; çarpıntı, uykusuzluk, terleme, mide bulantısı ve baş ağrısı gibi belirtiler gösterirken, davranışsal olarak; gerginlik, sinirlilik, öfke, karamsarlık, mutsuzluk, isteksizlik ve boş verme gibi belirtiler ile ortaya çıkar. Bireyler;

  • Bu sınavda başarılı olamayacağım,
  • Bu sınav sonunda her şey kötüye gidecek
  • Zeki değilim,
  • Herkes benden iyi,
  • Bu sınavda kötü not alırsam bir daha düzelmez,
  • Sınav sırasında bildiğim her şeyi unutacağım,
  • Yetersiz ve eksik biriyim,
  • Ailem ve arkadaşlarım benim hakkımda ne düşünür? Gibi birtakım olumsuz düşüncelere sahiptirler.

Bilişsel Davranışçı Kurama göre yukarıdaki düşüncelere sahip bireyler karşılaştıkları olayları felaketleştirme, ya hep ya hiç düşünme, sonuçlara atlama ve falcılık yapma gibi bilişsel çarpıtmalar ile anlamaktadırlar.

Sınav kaygısı yaşayan bireyler ile sınav kaygısı yaşamayan bireyler arasında önemli bir fark vardır. Kaygı düzeyi normal olan bireyler bu durumu başarılarının test edilebileceği ve yeni olaylara bir fırsat olarak görürken, kaygısı normalin üstünde olan bireyler bu durumu bir tehdit olarak algılarlar.

Sınav kaygısı yaşayan bireyler kendilerini sınava odaklamak yerine yukarıda bahsedilen bilişsel çarpıtmaları düşünerek dikkatlerini bu tarafa yöneltmelerine neden olur.

Kategoriler
Uncategorized

Anaokuluna Alışma Problemi

 

Her çocuk anaokuluna alışma problemi yaşayabilir. Çocukların anaokuluna gitmesinin önemi nedir? İlk başta bu soruyu kavramak önemlidir. Çocuğun öğrenmesinin en yoğun olduğu, temel alışkanlıkların kazanıldığı ve zihinsel yeteneklerin hızlı bir şekilde gelişerek şekil aldığı dönem 0-6 yaş arasıdır. Çocuk doğduğu ilk andan beri ilk etkileşimlerini annesi ile gerçekleştirirken sonra bu etkileşime yakın çevre dahil olur. Yaşamın ilk yıllarında bakım veren ile geliştirilen güvenli bağlanma ileride çocuğun hayatının parçası olacak sosyal beceriler ve akran ilişkilerinin temelini oluşturur.

Anaokulları sosyal becerilerini geliştirmeye yönelik önemli bir basamaktır. Anaokulları, çocukların sosyal ortamlarda bilgi alışverişine girip çıkarak bilgilerini sınaması, sosyal, bilişsel, duygusal ve fiziksel gelişimi desteklemesi, sosyal destek sağlaması, duygusal destek işlevi görmelerinden dolayı oldukça önemli bir yere sahiptir. Çocuk anaokulunda daha önce deneyimlemediği şeyleri deneyimleyerek yeni kavramlar kazanır ve bu süreç gelişim için önemli bir yer tutar.

Ebeveynler çocuklarını kreşe veya anaokullarına gönderdiklerinde amaçlarının çocuğa orada “güvenli bir limana teslim etmek” ve “yuva yapmak” olduğunu bilinmektedir. Ebeveynler anaokulu basamağının en zorlu süreci olan “alıştırma süreci” ile karşı karşıya geldiklerinde kafalarında beliren ilk soru “Bu süreç en sağlıklı şekilde nasıl atlatılır?” olur. Çocuğun anaokulu/kreş alışmasını en iyi şekilde nasıl sağlayabiliriz? Bu soru işaretlerinin temel sebebi sürecin eğitimci, aile ve çocuk için zorlu ve sancılı geçme ihtimalidir. Aileden kreşe geçiş, anaokulu veya ilkokula geçişten daha zorlu bir süreç olmasından dolayı bu süreç aile ve eğitmenler ile birlikte beraber yürütülmektedir. Bu süreçte edinilen deneyimler yaşamın diğer safhalarındaki zorlukların başa çıkılabilir olmasını da sağlamaktadır.

Peki okul öncesi dönem bu kadar önemli iken neden çocuklar anaokuluna alışma problemi yaşarlar?

Çocuğun gelişiminde bağlanmış olduğu bakım vereninden ayrılması ona büyük bir kaygı, korku, çaresizlik ve öfke gibi duygular verir. Özellikle 0-3 yaş grubunda daha şiddetli görülen bu duygusal tepkiler yani ayrılma anksiyetesi çocuğun anaokulu/kreşe alışmasına engel olur. Bu süreçte duygularını düzenleyebilmeyi öğrenebilmeleri için çocuklar kendilerine yardımcı ve destek olacak duygusal bağ geliştirecek birilerine ihtiyaç duyarlar.

Ayrılık kaygısı üç yaşına kadar gelişimin doğal bir süreci olarak kabul edilir. Uyumaya tek başlarına gidemeyen çocuklar ebeveynlerini yanlarında istemektedirler işte bu bir ayrılık kaygısıdır. Erken çocukluk döneminde majör ayrılık kaygısına maruz kalmış vakalarda yaşamın ilerleyen zamanlarında; belirgin, korku, endişe, panik atak, uyku bozuklukları gibi patolojilerin ortaya çıkması olasılıklar dahilindedir.

Yapılan çocuk gözlemleri, iki-üç yaşlarındaki çocukların kreşteki ilk zamanlarının iç karartıcı, hüzünlü ve acıklı geçtiğini söylemiştir. Bakım veren kreş/anaokulundan ayrılır ayrılmaz çocuk hıçkırıklar ile ağlamaya başlar ve panik içinde “sığınacak bir liman” arar. Fakat bazı çocuklar bakım veren anaokulu/kreşten ayrıldığı zaman hiçbir tepki vermez. Çoğu zaman bu ebeveynler tarafından “güçlü bir kişilik” olarak yorumlanır fakat bu durum doğru değildir.

Çocuğun ayrılığa karşı gösterdiği kayıtsız tutum ayrılık kaygısının olmadığını söyleyemez.  Anksiyete örtük bir yol izlemekte ve hemen kolayca görünmeyebilmektedir. Böyle durumlarda  çocuk bir savunma göstererek, ayrılma kaygısının vermiş olduğu endişe ve korkudan dolayı kendini yıkıcı etkilerden izole etme ihtiyacı hissetmiş olabilir.

Bu tür durumlarla baş etmek adına okul öncesi kurumları uyum modelleri geliştirmiş ve oryantasyon denilen bir kavramı ortaya atarak, çocukların anaokullarına veya kreşlere uygun doğru bir şekilde alışılması sağlanmıştır. Bu süreç, çocukların okul öncesi kurumlarda görevli öğretmenler ile duygusal ve güvenli bir bağ kurmalarını ve ayrılık kaygısıyla baş etmelerini sağlamaktadır. İlgili modellerde bakım verenin alışma sürecine eşlik etmesi çok önemlidir. Çocuğun yeni çevreye, öğretmenlerine aşina edilmek istenmesi ve travmatik bir durum olmadan uyum sağlanması temel hedeftir.

Kategoriler
Uncategorized

Birinci Sınıf Çocuk Psikolojisi ve İletişimi

Yakından tanıdığı ve çoğu iletişim bilgisini öğrendiği aile kurumundan farklı bir sosyal hayata geçen çocuk, ilk etapta ne yapması gerektiği konusunda ufak karmaşalar yaşayacağı bir düzene girmiş olur. Bu süreç beraber aileden sonra uzun saatlerini beraberinde geçireceği sosyal bir grup ortamı oluşturur ve çocuğun yeni bir iletişim dili öğrenmesi sağlar. İlkokul, çocukların zihinsel, sosyal ve ahlaki yönden bir bütün olarak temel eğitimi almaya başladıkları yer olduğundan ötürü atılan temeller sayesinde iletişim ağı ve iletişim dilinde farklılaşma görülmektedir. Bu dönemde çocuklar genellikle kendi cinsiyet grubuyla takılmayı ve sosyalleşmeyi tercih ederler bu da beraberinde kadın-erkek kavramlarının oluşmasında yardımcı olur. Kendilerini göstermek istedikleri dönem olduğu için sık sık arkadaşlarına bir şey anlatır, gösterir ve karşılaştırırlar. Bu iletişim dili aralarında kavgaya sebep doğurabilir fakat kendilerini kanıtlama, ilk defa aile dışında bir yerde kendini ifade edebilme dürtüsünün getirdiği olağan bir şey olarak görülebilir. Daha fazla arkadaş edinmek isterler, becerilerini göstermek ve arkadaşlarıyla bunu tartışabilmek onlarda güçlü bir benlik duygusunu da oluşturmaktadır.

Birinci Sınıf Çocuklar ve Kaygı

Birinci sınıfa başlayacak olan çocuklar sadece yeni bir sosyal ortam, kendini gösterebileceği bir yer dışında uzun zaman birimlerinde orada bulunacağı bir alandır. Bu zorunlu katılımın çocuk için zorlayıcı noktaları da bulunmaktadır. Özellikle erken dönemde oluşmaya başlayan özgüvenin oluşmamasından ötürü yaratacağı sorunlar, ebeveyn ve çocuk arasında güvensiz bağlanma da çocuğun okul döneminin sorunlu ya da kaygılı geçmesine sebep olabilir. Başlangıcını iyi yapmış devamında ise kendisini yalnız, dışlanmış ve sosyal olarak gösterememiş olmasının verdiği sebepler yüzünden çocukta kaygı oluşmaya başlayabilir. Bu kaygı kendisini sosyal olarak yetersiz hissetmesinin yanı sıra öğretmeninin tutumu, ailesinin farkında olarak ya da olmayarak çocuk üstünde kurduğu baskı sebebiyle de ortaya çıkabilir. Çocuğa okul kurumunun zorunlu olması, mecbur bırakılması gibi sebepler de yine kaygılı hissetmesine yol açan faktörler olarak değerlendirilebilir.

İlkokul Çocuklarında Bağımlılık ve Saldırganlık

İnternet bugün neredeyse her çocuğun içine doğduğu bir araçtır. Özellikle çocuklu ailelerin hem çocuğun vaktini geçirmesi için hem de ödevlerini yapması gibi birkaç amacı belirlenerek alınan teknolojik aletler küçük çocuklar için de vazgeçilmez bir araca dönüşmüştür. Okul öncesi dönemlerinde telefon, bilgisayar, tablet gibi araçlarla tanışan çocuklar okul dönemlerine girdiklerinde zorlanmaları muhtemeldir. Saatlerini verdiği, susması için, dinlenmesi için ve birçok sebeple eline tutuşturulan araçlar bu sefer her istediğine ulaşabileceği bir konumda olmaması çocukta saldırganlığa yol açabilir. Elbette, bilgisayar ve telefon gibi aletlerde oyunlar oynamak çocuğu saldırganlaştıran şey değildir; çocuğu o dünyada harcadığı süre saldırganlaştırır. Birçok araştırmaya göre, bilgisayar oyunu oynayan; stratejik ve mantıksal oyunlar olsun, kurgusal oyunlar olsun çocukların üretkenliğini olumlu yönde etkileyebilmektedir. Gün içinde üstüne daha sık düşünür, günlük hayatta da pratik çözümler üretebilir ve yaratıcılıklarına katkıda bulunabilir. Fakat, oynanan oyun çocuğun sık maruz kaldığı saldırgan içerikli ya da kurgusal dahi olsa uzun süreli devam eden oyunlar olursa çocuğun ilk olarak gerçeklikle olan iletişimi zedelenir daha sonra da salgınlar içerikleri eyleme dökme ihtiyacı duyar. Bu da beraberinde ilkokulda iletişim sıkıntısı çeken çocuklarda davranış bozukluklarına yol açabilir. Bu durumlarda uzman psikolog ile görüşülebilir.

Kategoriler
Uncategorized

Erken Çocukluk Dönemi ve Ailenin Tutumları

 

Erken çocukluk dönemi gelişimin çok hızlı olduğu dönemlere tekabül etmektedir. Bu hızlı gelişim döneminde çocuk öğrenmeye, çevreyi incelemeye ve rol model edinmeye daha yatkın ve daha açık haldedir. Bu sebeple, çevre ve aile tutumları çocuğun ileri yaşlarında edineceği özgüven kimliğinin temellerini atmaktadır. UNICEF’e göre ilk sekiz yıl olarak belirlenmiş olan erken çocukluk dönemi hem fiziksel hem sosyal hem de zihinsel gelişimin ilk adımlarıdır.

Öte yandan, çocukta oluşmaya başlayacak olan özgüven ve benlik duyguları yine aile içerisinde oluşmaya başlayacaktır. Çocuk sosyal olarak ilk deneyimlerini aile birimi içerisinde deneyimleyeceğinden ailenin bu konudaki hassasiyeti ve belirli ilkeleri doğrultusunda çocukta sağlıklı bir benlik duygusu ve özgüven oluşabilecektir. Birçok araştırma konusu olmasından dolayı şunu rahatça söyleyebiliriz ki, ailenin özellikle de çocuğa ihtiyacı olan bakımı ve ilgiyi gösteren anne ya da çocuğa bakmakla yükümlü kişinin, çocuğa karşı olan tutumu kişinin karakterinin de şekillenmesini sağlayacaktır. Başka bir deyişle, çocuğun hayattaki ilk yıllarından itibaren ona verilen ilgi ve gösterilen tavırların çocukta oluşabilecek özgüven temellerinin etkisi büyüktür. Çünkü çocuk sosyal ortamlardaki tutarlı davranışların, kendisinin de düşünce ve duygularını dile getirme ihtiyacı ve bunu karşılayabilecek olması ve bir şey yapma sürecindeki kendine olan inancının ilk izlerini aile içerisindeki tutumlar sayesinde atabilecektir. Öyleyse şunu söylemek yanlış olmayacaktır; çocuğa karşı doğru tutumlar sağlıklı bir özgüven ve benlik duygusunu doğurur.

Çocuğun Özgüveni

Özgüven basit tabirle kişinin kendisine ve yapabileceklerine olan güveni ve inancıdır. Fakat bu bahsedilen güven ve inanç sadece “ben bunu yapabilirim” ya da “ben kendime çok inanıyorum” demekle sınırlanacak kadar da kolay değildir. Öyle ki özgüven kişinin tüm hareketlerini, sosyal yaşantısını, iletişimini ve ilişkilerini özellikle de öz saygıyı sağlayan güçlü bir yapı taşıdır. Bu yapı taşı, kişinin kendisine olan inancı elbette ki kişinin o duyguyu yüklediği ve öğrendiği yere değinir. Başka bir deyişle çocuklukta yüklediği özgüven ile ilgilidir. Çocuk, ailesinden, önce dünyadaki en önemli varlık olduğunu, eşsiz ve biricik olduğunu kodlayacaktır. Aileden alınan bu güven sosyal ortama girdikçe çocuğun kendisinde yeni bir algı doğurmasına yol açacaktır. O güveni almış çocuk okula başladıktan sonra arkadaş edinecek, yeni şeyler deneyecek ve kendisinin başarısıyla nerelere geldiğini görecektir. Bu da aileden aldığı güveni pekiştirecektir. Bu yeni algı çocukta basit tabiriyle “kendime güveniyorum, yapacağım” duygusunu oluşturacaktır.

Özgüvende Yanlış Tutumlar

Bilginin her türlüsüne rahatça ulaşılan bu dönemde çocuk yetiştirmek, çocuğun psikolojik, sosyal ve zihinsel gelişimine fayda sağlayacak araçlarında rahatlıkla ebeveynler tarafından kullanabileceği bir zaman dilimindeyiz. Bugün çocuk sahibi olmak isteyen ebeveynler çocuğun anne karnındaki ilk ayından itibaren her adımı dikkatle öğreniyor, neler yapması gerektiğine dair bir sürü bilgi arasında doğru olanı bulmaya çalışarak “doğru” ve “sağlıklı” şekilde çocuk yetiştirmeye çalışıyorlar. Fakat bu tutum beraberinde yanlış tutumları da meydana getirme olasılığına sahip. “Benim ailem bana böyle davranmadı” algısıyla çıkılan bu yolda kişi çocuğuna kendisinde eksik hissettiği şeyleri dayatabiliyor. Sorunsuz bir çocukluk yaratmak isteyen aileler çoğu zaman mükemmel olmalı fikriyle tökezleyebiliyorlar. Çocuğun kendisini ifade etmesi için sık sık konuşturmaya çalışan, gaziantep rus escort sessiz durduğunda harekete geçirmek isteyen ya da hareketli her çocuğun enerjisini sorgulayan ailelerle birlikte; ona birey duygusunu aşılamak adı altında çocuğa “sen kendin yapabilirsin” duygusuyla çocukta savunmasız hissetmek gibi ağır duygulara maruz bırakan ailelerin çocuklarında da sıkışmış bir çocukluk oluşturabilme ihtimalleri yüksek. Elde etmek istediklerinin aksine bastırılmış bir çocukluk yaratmak yine çocuğun özgüvenini zedeleyen faktör olarak karşımıza çıkabilmektedir.

WhatsApp'ı Aç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhabalar, Size Nasıl Yardımcı Olabiliriz?